ÇANAKKALE
Büyüktü Britanya
ve dolaşırdı destursuz
dünyanın hem karasında
hem denizinde
gözü,
kulağı ve eli vardı her yerde
güneş batmazdı üzerinde
Fransa
bir kralın
bir Fransızların ülkesiydi
hürriyet ve insanlık ateşiyle
tutuşsa da ikide bir
o da yaktı bastığı yerleri ânında
dünyanın
karanlıkta kalan yanında..
ve basarak omuzlarına
kara kıtanın
yükseldikçe yükseldiler
söküp sattılar ciğerlerini toprağın
ve şimdi bakmadan yine
mevsimde kışa ve gözlerde yaşa
bekletmediler
onları da sürdüler bu savaşa
sustu insanlık
sustu sükut
karardı dünya
gökyüzünde güneş sustu
ve çelikten gölgeler
kinini kustu
Saldırdılar
kruvazör, drednot ve topla
Saldırdılar
Queen Elizabeth, Lord Nelson
ve Goliathla
ve Agamemnonla
Saldırdılar
gökte yıldız
kovanda arı kadardılar
üç bin yıl önceki zaferi de alıp arkalarına
Piyer Lermit’ten kalan
bir umutla saldırdılar
döverken toplar
bir sağı bir solu
Agamemnon biliyordu yolu
atıldı hemen
tahta bir atla
sızmıştı aynı yere
çok önceden
ardından
Bouvet, Ocean ve Soufren..
büyük bir gürültüyle girseler de boğaza
çoğu battı ya da yaralandı
çökerken bir devir
bambaşka bir devir aralandı
karaya çıkıp tutunsalar da az
biraz
kazdıkları çukurlara düşüp kaldılar
ve kararırken hava
ya da gün ağarmadan daha
kara bağrından vatanın
sökülüp atıldılar
gün
gece
ve tarih
Homeros’ un kalemiyle değil
süngüsüyle yazıldı Mehmetçiğin
Mehmetler
Ahmetler
Seyitler
1915’te
denizde, siperde
ve ateşte dövüştüler
şükredip de her nefese
kuru ekmek
ve yağsız buğday çorbasını
bölüştüler
ve sonra
suya ve toprağa değil
yükselip de göğe
bir milletin
yüreğine düştüler
…..
ve yeniden ayağa kaldırmak için
güzel günleri
havada yakaladı binlerce mermi
bir diğerini
ve ne varsa
bir İngiliz kayığına binip de gelen
usulca çekildi sığındığı siperden
ve suya düştü hepsi
o en sağlam bağlandığı yerden
ve çekildiler
kırılan bir tespihten dökülen taneler gibi çekildiler
bir tövbekarın kalbindeki şer gibi
bir ihtiyarın gözlerindeki fer gibi çekildiler
ve yenildiler
beyaz bir buluta değil
fişek, dipçik, şarapnel ve
süngüye yenildiler
daha uyanmadan dünya uykusundan
güneşi doğuran kadınların
tertemiz dileğine yenildiler
Anadolu’dan
Makedonya’dan
Mezopotamya’dan akıp gelen
binlerce erin bileğine yenildiler
kara kuru
ya da
sarışın ve kısa
ama önüne geçtikleri orduyu
bir çağdan alıp
bambaşka bir çağa taşıyan
gözlerinde
derin bir denizin izleriyle yaşayan
ve tevekkül
evet tevekkül nedir anlamış
zabit ve kumandanların
küçük bir işaretine,
bir sesine
ve kafes nedir bilmeden
Hakka yürüyen aslanların
son bir nefesine yenildiler
sıktılar boğazını
ama
ölmedi Türk!
Türk
ölmedi!
bütün hesaplar
onu yakından görene kadar
güç, şan, şöhret ve yenilmezlik
Türkler
yüreğini namluya sürene kadar..
Biliyorlar bunu
sonra
daha da iyi bilecekler
ve yine gelseler
yine yenilecekler…
Nisan’15 / Silopi
Murat USTA